Thursday, January 28, 2010

Ya Şunu Ya Bunu Değil, Hepsini!

Ben her gün okula otobüsle gidiyorum. Otobüsümün numarası 43. Downtown Seattle'dan oturduğum mahalle olan Capital Hill üzerinden University District'e gidiyor. Hani bazı duraklar vardır ya İstanbul'da, Mecidiyeköy ve Taksim gibi, büyük çoğunluğun otobüsten indiği, benim güzergahımda da böyle iki durak var. Bunlardan biri benim otobüse bindiğim yerden sonraki ikinci durak, Broadway; ikincisi de benim otobüsten indiğim yerden iki durak önce UW (University of Washington) Medical Center. Hastalar, doktorlar, hemşireler, hemşire adayları ve tıp öğrencileri her sabah arabayı doldurup boşaltıyorlar. Bunların içinde her gün gördüğüm için bana aşina yüzler var. Mesela her sabah otobüse biner binmez iPhone'unu eline alıp haberleri okuyan kız. Koyu eflatun kaşe bir montu var. Bu sabah otobüse binerken okuduğum kitaba daldığım için ("Wolf Hall", Hilary Mantel) bu cici bici tıp öğrencisini farketmedim. İnmeme yakın kitabımı çantama koydum, camdan dışarı bakmaya başladım. Önce Montlake halk kütuphanesinden geçtik, o sırada başlamış olmalı "Ben bu işi yapmayı istiyor muyum?" düşünce dalgası.

Ben otobüsleri bazen tehlikeli bulurum elimde okuyacak bir kitabım yoksa. Binbir düşünceye dalıp çıkmak her ne kadar zevkli olsa da, o sabah biraz huysuz uyanmışsam, düşüncelerim istemediğim sokaklarda dolaşmaya başlıyor çünkü. İşte ben, otobüsten inen insanlara bakıp onların hayatları hakkında fikir yürütmeye çalıştığım anda, bu eflatun mantolu kız çarptı gözüme. Onun hayatı hakkında fikir yürütmeye çalışmadım da acaba tıp doktoru mu olsaydım diye düşündüm. Sonra dedim ki ben sürekli hasta insanlarla çalışırsam mutlu olamam. O zaman avukat olmalıydım dedim. Bu arada hemen ufak bir parantez açıp Amerika'da tıp ve hukuğun lisans derecesi olmadığını belirtmem gerekiyor. Tıp okumak için de hukuk okumak için de dört yıllık bir üniversite bitirmek gerekiyor. Asıl demek istediğim, ben bugün karar versem ben avukat olmak istiyorum diye, sınava hazırlanıp hukuk okullarına başvurabilirim. Ortalamanın üstünde bir okula da girebileceğimi düşünüyorum. Kapatalım parantezi burada. Lisedeyken babam hukuk okumamı isterdi. Üniversite sınavında aldığım puanla girebilirdim bir hukuk fakültesine; ama ben hukuk lafının h'sinden haz etmediğim için hiç "Acaba?" diye bile düşünmedim. Peki şimdi ne oldu da aklımdan bin bir çeşit farklı kariyer planı geçiyor? Bu ülkede avukatlar çok iyi para kazanıyorlar. İşin bu yönü cazip gelmiyor değil; ama insan sırf iyi para kazandırıyor diye sevmediği bir işi yapmamalı. Sonra diyorum ki acaba edebiyat mı okusaydım. Sonra kendime kızıyorum, üniversitede hiç politika dersi almadığım için.

Hemen hemen her yüksek eğitim gerektirecek mesleği aklımdan geçirirken birden Mikelanjelo'yu düşündüm; hem ressam, hem heykeltraş, hem mühendis, hem mimar. Hepsini birden istiyorum ben de. Yazar olmak istiyorum, ameliyatlara girmek istiyorum, avukat olmak istiyorum, edebiyat profesörü olmak istiyorum, bilim kadını olmak istiyorum (bunu az buz da olsa elde etmiş sayılırım), politika ve tarih mastırı yapmak istiyorum, resim yapmak istiyorum (hiç yetenekli değilim), müzisyen olmak sitiyorum, şef (aşçı olanından bahsediyorum) olmak istiyorum, kendi işimi kurmak istiyorum...

İşte bu sabah bütün bunları kendime yakıştırdım, sonra da hüzünlendim. Eminim profesyonel olarak olmasa da bu saydıklarımın hepsini yapmış ya da yapabilen insanlar vardır. Sayıları azdır; ama vardır. Bu ülke böyle bir ülke. Ellerine kelepçe vurup, sen ancak ve ancak mühendis olabilirsin, sen ancak tıp okuyabilirsin demiyorlar. İsteyen istediğini oluyor olabildiğince şanssız, sağlıksız ve fakir değillerse.

Böyle bir yerde olup, elimde seçeneklerim olunca ben de istiyorum. Hepsini istiyorum!

Monday, January 11, 2010

Yağmur

Seattle deyince insanların aklına gelen ilk şey genellikle Tom Hanks ve Meg Ryan'ın unutulmaz filmi Sleppless in Seattle. Bazıları grunge ve Kurt Cobain'i, bazıları Pearl Jam'i, bazıları leziz Seattle kahvesini, bazıları ise bitmez tükenmez zannettikleri yağmuru düşünür. Seattle'ın yağmuru inatçıdır, evet, çoğunlukla; ama insanların inançlarının aksine sağnak yağış azdır bu memlekette. Abartıldığı kadar çok da yağmaz aslında. Seattle'da hava kapalıdır genelde yağsa da (doğal olarak) yağmasa da. Bu kadar laf ettikten sonra diyeceğim şu ki, bugün çok da normal bir Seattle günü değil. Sabahtan beri sağnak yağıyordu. Sanırım bir-iki saattir yağmıyor. Çok ıslanmadan eve gidebileceğim demektir.

Yağmurum da etkisiyle biraz, çok hüzünlüyüm bugün. Lhasa de Sela dinliyordum sabah. İçimi buruyor şarkıları, gözümde yaşlar sıralanıyor yere düşmemek üzere (benim göz yaşlarım hiç inci tanesi gibi düşmez gözümden). Neden diyorum hastalanır insan. Neden soğuk bir kış gecesinde sessizce veda eder insan? Neden içleri parçalar bu veda bu kadar çok? Benim dün haberim oldu. Haberi okuduğumdan beri Lhasa'nın yüzü aklımdan gitmiyor, sesi kulaklarımı dolduruyor. Karanlık, yağmurlu Seattle sa elimden tutmuyor bir türlü. Sırtımı sıvazlamıyor. Islak sokaklarına baktıkça karlı Montreal sokaklarını düşünüyorum; düşündükçe daha da sızlıyor kalbim.

Saturday, January 9, 2010

Utanç ve öfke

Her sabah kalktığımda elimi yüzümü yıkamak vesaire gibi temizlik rutinimi bitirdikten sonra önce emallerimi kontrol edip sonra da haberleri okuyorum. Son zamanlarda Türk medyasında çıkan şiddet, ırkçılık, hoşgörüsüzlük ve linç girişimi haberleri kanımı donduruyor. Ne zamandan beri bu utanç verci haberler hayatımızın bir parçası oldu? Küçüklüğümden beri televizyonda kazara da olsa gördüğüm gaddarlık, şiddet, haksızlık sahnelerini aklımdan çıkaramamak gibi bir sorunum olduğu için genelde savaş ve şiddet filmlerini izleyemem. Son zamanlarda ise haberleri okumakta zorlanır oldum. İşin beni şaşırtan bir diğer kısmı da şu ana kadar kimsenin ne televizyona çıkıp ya da gazetelere konuşup bu utanç verici davranışları sergileyenleri kınayıp, yaptıklarından utanç duymalarını sağlayacak her hangi bir karşı atakta bulunduklarını görmemiş olmam.

Ülkemin gitgide ırkçılaşan insanları benin öfkelendiriyor. Bu durum karşısında, özellikle toplumda etkisi yüksek olan kimselerin sessizliği beni çileden çıkarıyor. Bir millet, insanlığını, medeniyetini ne çabuk unutup barbarlaşabilir? Umuyorum bu olanlar unutlumayacak, insanlık dışı davranışların sahipleri yüzlerinin kızarıklğından insan yüzüne çıkamayacak, gelecek nesiller yaşananlardan ibret alıp yapılan kötülüklere güzelliklerle karşılık verecek. Çok ütopik bir dilek benimkisi, farkındayım. Yirmi Üç Nisan çocuk dileklerinden seçme gibi oldu, evet. Aslında yazacak çok sözüm var; ama hazır değilim henüz. Hala korkarak okuyorum haber başlıklarını. İçimdeki öfke büyüyor. Ben hazır olduğumda ise söyleyeceklerimin yankısı kimsenin okumadığı bu blogun sanal sayfalarında değil, benim gibi yaşananlara seyirci kalmak istemeyenlerin kulaklarında yankılanacak.

...

Sağlığım son iki güne göre oldukça iyi durumda. Evden dışarı çıkmıyorum önlem olarak. Hala biraz öksürüyorum. Önümüzdeki hafataya sağlıklı gireceğim. Yapmam gerekenleri sıralamıştım daha önce. Bir an önce başlayıp, hızlı bir şekilde okuma listemi bitirmem gerekiyor. Bu dönem için heyecanlıyım. Birazdan da çevirime başlayacağım. Ha gayret!

Thursday, January 7, 2010

Arrrgh, hastayım!

Bir hata yapıp bugün okula gittim. Bütün günü acı çekerek geçirdim okulda. Durumum iyice kötüleşti eve gelince. Göğsüm ve sırtım acı içinde. Ateşim de tekrar yükseldi. Asistanlık yaptığım dersin profesörüne mail attim durumumu anlatan. Umarım mailimi zamanında alır. Aksi takdirde hem onu zor durumda bırakmış olacağım, hem de okula gitmek zorunda kalacağım. Kendimi iyi hissetmezsem yarın doktora gideceğim.

Kendimi gerçekten çok kötü hissettiğim için daha fazla yazamıyorum bugün.

Wednesday, January 6, 2010

İkinci gün

Hala evdeyim; ama ateşim 98.9 F'ye düştü. Bu da normale (98.6) çok yakın olduğu için yarın okula gitmeye karar verdim. Asistanlık yaptığım derse ilk haftasında iki kere giremedim. Yarınki derse gidip cuma günü vereceğim dersi hazırlamam gerekiyor. Ders görsel sistemle ilgili. Türkçe karşılıklarını bilmediğim terimler geçecek bu blogta, lütfen kimse alınmasın. Zamanla, bu terimlerin Türkçelerini öğreneceğim elbette. Bu cuma derste beynimizdeki görmeyle ilgili nöronların nasıl çalıştığını anlatacağım. Lateral inhibition, feature detection, on ve off center nöronlardan bahsedeceğim. Karmaşık geliyor değil mi kulağa? Gerçekten de öyle, ama üniversite öğrencilerine verdiğim için bu dersi, konuyu mümkün olduğunca basit tutmam gerekiyor. Elimde kullanabileceğim power point sunumu var; ama başkalarının hazırladığı malzemeyi kullanmaktan hoşlanmıyorum. Bu yüzden en az bir-iki saatimi ayırıp yarım saatlik bir sunum hazırlayacağım.

Asistanlık yapıyor olmanın dışında da yapmam gereken işler var. Örneğin, elimdeki sinyal tespit teorisi kitabının ikinci ünitesini bitirmem ve iki tane de makale okumam gerekiyor. Tabi bu iki makale, bugün okumam gerekenler. Aslında her gün en az iki makale okuyup, sinyal tespit teorisinin bir ünitesini bitirip, geçen dönem öğrendiğim programlama dili ile yeni deneyim için kullanacağım uyarıcıyı nasıl göstermem gerektiğini test etmem gerekiyor. Şimdilik bütün bu işleri yapmaktan oldukça gerideyim. Asistanlık yapınca önceliğiniz malesef size para getiren işi yapmak oluyor. Patronunuza ve öğrencilerinize karşı sorumluluğunuz, kendinize olan sorumluluğunuzun önüne geçiyor. İnsanlar bu yüzden doktoralarını kolay kolay bitiremiyorlar. Özellikle de benim gibi uykusundan feragat etmek istemeyenlerin işi zor.

Benim sorunum sadece asistanlık yapıyor olmak ve uykuyu sevmek değil elbette. Tembelliklerimle el ele dolaşan duygusal hassaslıklarım var. Kendimi duygusal olarak iyi hissetmiyorsam, yaptığım işe odaklanamıyorum. Bu yüzden koca bir yılım boşa geçti desem yalan olmaz. Önümüzdeki yıl Seattle'dan Cambridge'e taşınacağız eşimin okulu için. Uzaktan uzağa doktora bitirmek çok daha zor olacak. Hele de bir labaratuarda yarı zamanlı bir iş bulamazsam, başka bir iş bulmam gerekecek. Bu da tezimi yazmamı yavaşlatacak. Şimdiden çok kafa yormamaya çalışıyorum bunlara. Daha Eylül'e kadar zamanım var.

Bu arada, bugünki yazımla pek bir ilgisi yok; ama size bir dergi önermek istiyorum. Dergi İngilizce yayımlanıyor. Derginin adı Saudi Aramco World. Evinize bedava yolluyorlar. Saudi Aramco bir petrol şirketi. Bu derginin amacını şöyle anlatıyorlar: "Amacımız, Arap ve Müslüman dünyasının kültürünü, tarihini, coğrafyasını ve onun batıyla olan bağlantısını genişletmek." Yanlış anlaşılmasın, dergi İslam misyonerliği yapmıyor. Gerçekten ilginç bir kültür dergisi. Dergiyle ilgili daha fazla bilgiyi www.saudiaramcoworld.com adresinden edinebilirsiniz.




Tuesday, January 5, 2010

Artık ertelemeyeceğim

Çok uzun zamandan beri yazmak, içimden geçenleri paylaşmak istiyordum. Bir-iki başarısız girişimim oldu. En sonunda hep yazmayı bıraktım. Bugün, ertelemeyi bırakmadıkça bir yere varamayacağımı kafama vura vura başlıyorum yazmaya. Aklımda her hangi bir konu yok, ama yaşamla ilgili benim de söyleyecek bir-iki sözüm var. Birisi denk gelir de okumak isterse buyursun faydalansın. Blogun ismi garip gelebilir; ama aslında oldukça anlamlı (tabi müsait olmayan diğer başlıklar daha anlamlıydı; ama olsun, bu da güzel). Alnımız, beynimizin düşünmek ve plan yapmak gibi aktivitelerini gerçekleştiren yerlerinden bir kısmını kaplıyor. Yani aklıma ne gelirse demek istiyorum. Frontal lobuma ne gelirse!

Bugünlerde hasta olduğum için evdeyim. Evde olmadığım zamanlarda psikoloji doktorası yapıyorum. Üçüncü yılımdayım. Her doktora öğrencisi gibi zaman zaman yaptığım şeyin benim için biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyorum. Zaman zaman ayaklarım bana meydan okuyup evde kalmak istiyor. Zaman zaman doktora yapmak için gereken yeteneğe sahip olmadığımı düşünüyorum. Doktoraya karşı değişen hislerim gibi çalışma alışlanlıklarım da değişiyor. Bu dalgalanımların ortasında beni mümkün olduğunca sabit tutmaya çalışan dünyalar tatlısı bir eşim var. Son iki gündür hasta olduğum için zamanının çoğunu bana hizmet etmeye adamış durumda. Evden çalışıyor olmasına borçluyum bu "yoğun" ilgiyi tabi.

Öksürük silsilesine yakalandığım için bugünki yazımı bitiriyorum. Bu bloga başlamanın yanı sıra araştırma yaptığım alanda önemli bir kaynak kitabı Türkçe'ye çevirmek istiyorum. Bakalım başladığım işi bitirebliecek miyim.