Vermont'da, çok da eğlenmediğim bir yeni yıl organizasyonuna katılmış durumdayım. 2010'a San Francisco'da Lombard caddesi üzerindeki en güzel evlerden birinin terasında Alcatraz Adası'na ve Coit Kulesi'ne bakarak girmiştim. Keşke çıkışı da San Fracisco'da yapıyor olsaydım. Her neyse, keşkelerle bitirmeyelim yılı. Şu anda üç günlüğüne L.E.'nin ve D.K.'nin arkadaşlarıyla kiraladığımız kulübedeyiz. Ben burada sadece iki gece kalmayı düşünüyorum ama. Bu gece son. Tanımadığım bir sürü insanla iki tane tuvaleti paylaşıp yeni yıl gecesini geçirmek benim eğlence anlayışıma pek uymuyor. Zaten en başından evet demekte çekinmiştim. Belki de yeni yılda başarmaya çalıştığım şeylerden biri "hayır" diyebilmek olmalı. Evet, huysuzum biraz bugün. Bütün gün karnım ağırdı ve herkes kayak yaparken biz sadece yürüyüş yapmakla yetindik. Bunlar soğukta ve uykusuz geçen bir gecenin üstüne geldi tabi. Tuvalette el sabunu yoktu ve bizim odamız yola baktığından araba sesleriyle doldu, sabah.
Daha da huysuzlanabilirim aslında; bunun için gerekli potansiyelim var. Ama yapmayacağım. Yılın son gününü somurtarak geçirmeyeceğim. Belki biraz daha şikayet ederim; ama o kadar! Bu yıl hayatımda büyük değişiklikler oldu. S.E. okula bir yıl ara verdi benimle beraber olabilmek için. Ben yeterlilik sınavımı geçtim ve almam gereken derslerin hepsini aldım. Blog yazmaya başladım. Settle'dan Boston'a taşındım. Harvard'da ziyaretçi doktora öğrencisi olarak çalışmaya başladım. Köpek sahibi oldum. En son olarak da en iyi arkadaşlarımdan T.B.'yle beraber bir projeye başlamaya karar verdik. Şimdilik bu proje hakkında bir şey söylemek istemiyorum; çünkü çok yeni. Ama çok heyecanlıyım. Yakında daha fazla bilgi vereceğim proje hakkında.
Her ne kadar yeni yıla yepyeni bir başlangıçmış gibi bakmıyor da olsam insan daha iyi nasıl olurum diye sormadan edemiyor her fırsatta. Benim alklıma gelen ilk şey daha az tembellik etmek. Eğer daha az tembel olur, kendime ek bir iş bulursam kendimi başarılı sayacağım.
Benden bu yıllık bu kadar. Hepinize mutlu yıllar!
Friday, December 31, 2010
Monday, December 27, 2010
Tembellik Günleri
Bugünü de dünki gibi evde hiçbir şey yapmadan geçirdik. Dün buralarda kar fırtınası vardı. Çok kar yağdı tabi ki. Evde oturmak için bahane çıktı bize de. Tatil keşke hiç bitmese.
Dün buraya koymayı unutmuştum Lupin'in ben yemek yaparken çekilen bir fotoğrafını.
Bugün gerçekten de çok tembelim. O yüzden ancak bu kadar yazabiliyorum. Yarın daha üretken bir gün olacak bence.
Dün buraya koymayı unutmuştum Lupin'in ben yemek yaparken çekilen bir fotoğrafını.
Bugün gerçekten de çok tembelim. O yüzden ancak bu kadar yazabiliyorum. Yarın daha üretken bir gün olacak bence.
Sunday, December 26, 2010
Noel Yemeği
Cuma sabahı, her zamanki saatte uyadim. Lupin'i dışarı çıkardıktan sonra elektronik posta kutuma göz attım ve haberleri okudum. Ardından mutfağa gidip kollarımı sıvadım. Perşembe akşamı krem peynirli turtanın ve kişin hamurlarını hazırladım. Turtayı akşamdan pişirdim ve buz dolabına koydum.
İyi ki de turtayı önceden yapmışım. Sabahtan akşama kadar yemek yaptığım halde her şeyi yetiştiremezdim bunları önceden yapmasaydım. Her neyse, sabah ilk olarak patates ve pırasa çorbasını yapmaya koyuldum.
Bu çorba tahmin ettiğimden daha lezzetli oldu. İçine sadece pırasa, patates ve su koyuluyor ve pişince içindekiler iyice eziliyor. İçine konan su da tavuk suyu falan değil. Bildiğiniz içme suyu. Çorba severlere tavsiye ederim. Üç iri patates, üç pırasa, sekiz su bardağı su ve bir corba kaşığı tuz.
Çorbandan hemen sonra kişi pişirdim. Bu arada, yaptıklarımın içinde en çok beğendiğim kiş oldu. Aslında kiş kahvaltı için çok ideal; ama yemek öncesi misafirleri oyalamak için de bire bir.
Bu arada menüde büyük değişiklikler yaptım son anda. Eşim bana tatillerin geleneksel yiyeceğinin rosto olduğunu söyleyince ben de şarapta pişmiş etten vaz geçip kuzu bacağı pişirmeye karar verdim. Yanına da bir sürü garnitür hazırladım. Bu arada hemen belirtmeliyim ki Fransız mutfağının sırrı her yemeğin içine kalıp kalıp tere yağı konması. Yaptığım her şey çok lezzetli oldu (misafirlerim de benimle aynı fikirde); ama her yemeğin kalori miktarı da oldukça yüksekti tere yağı yüzünden. Neyse, yaptığım garnitürlerden ilki tere yağında havuçtu. Eşim de kısık ateşte pişirilmiş lahana yaptı.
Garnitürler içinde en çok beğendiklerim yine tere yağında pişen soğan ve patatesti.
Kuzunun piştikten sonra güzel bir fotoğrafını çekemedim. Elimdekilerle yetineceksiniz artık.
O gün gerçekten çok yoruldum; ama emeğime değdi. Hem yemek yaparken çok eğlendim hem de yaptıklarımı yerken.
Ben ve turtam |
Bu çorba tahmin ettiğimden daha lezzetli oldu. İçine sadece pırasa, patates ve su koyuluyor ve pişince içindekiler iyice eziliyor. İçine konan su da tavuk suyu falan değil. Bildiğiniz içme suyu. Çorba severlere tavsiye ederim. Üç iri patates, üç pırasa, sekiz su bardağı su ve bir corba kaşığı tuz.
Çorbandan hemen sonra kişi pişirdim. Bu arada, yaptıklarımın içinde en çok beğendiğim kiş oldu. Aslında kiş kahvaltı için çok ideal; ama yemek öncesi misafirleri oyalamak için de bire bir.
Kişin içine koyduğum mantarlar |
Mantarlı kiş |
Garnitürler içinde en çok beğendiklerim yine tere yağında pişen soğan ve patatesti.
Beyaz soğanlar |
Patatesler |
O gün gerçekten çok yoruldum; ama emeğime değdi. Hem yemek yaparken çok eğlendim hem de yaptıklarımı yerken.
S.E. ve ben |
Yemek tabağım |
Turtaya ek olarak bir de şerbetli portakal yaptım. Şerbet ve turta bir araya gelince ortaya harikalar çıktı.
Misafirlerimiz gelmeden önce birbirimize hediyeler verdik. Sanırım hediye kısmı yemekten daha heyecan vericiydi.
Şöminemizi de ilk defa yaktık.
Bu, Boston'daki ilk Noel'imizdi. Dün akşama doğru S.E.'yle Cambridge'e gittik. Sokaklar bomboştu. Hava çok soğuktu. Bütün dükkanlar kapalıydı. Açık bir bar bulup birer içki içtik. Sonra da Coen kardeşlerin son filmi True Grit'i izledik. Bugün de evdeydik bütün gün. Dışarıda kar fırtınası var. Yarın kardam adam yapmayı planlıyorum. Bir de kahvaltıya kiş yapacağım. Tadına bakmak isteyen olursa bize beklerim.
Monday, December 20, 2010
Tatil
Cambridge'deki dört aydan sonra bloğumdaki fotoğrafı değiştirmeye karar verdim. Daha iyi bir fotoğraf çekince onu koyacağım. Bu gördüğünüz fotoğrafı eve yürürken John F. Keneddy köprüsünden çektim. Fotoğraftaki nehir Charles Nehri. Biraz dikkatli bakarsanız suyun üzerindeki buz kalıplarını görebilirsiniz. Arkada gözüken beyaz kule Harvard Üniversitesi'nin lisans öğrenci yurtlarından birine ait. Bu yurdun çok güzel ve huzurlu bir avlusu var. Size daha çok fotoğraf sözü verdiğimi biliyorum; ama hava bu kadar soğuk olunca zorunlu olmadıkça dışarı çıkmak istemiyor insan. Önümüzdeki iki hafta tatil. Bu tatili Boston'ın güzelliklerini keşfetmekle geçirmek istiyorum. Bu da bol bol fotoğraf çekeceğim anlamına geliyor.
Bildiğiniz gibi Noel, bütün Hıristiyan ülkelerde büyük bir tatil. Sokaklar ve evler süslerle dolu. Noel'den zevk almak için Hıristiyan olmaya hatta tanrıya inanıyor olmaya da gerek yok. Burada birçok insan Noel'i aileleriyle bir araya gelmek, hayır işleri yapmak için bir vesile sayıyor. Biz de her yıl ailemizi ve arkadaşlarımızı yemeğe çağırıyoruz. Dell hayattayken arada da onun evine gidiyorduk Noel tatillerinde. Biz bu yıl Boston'dayız. Eşimin kardeşi L.E. ve onun kız arkadaşı D.K. geliyorlar iki geceliğine. S.E.'nin (eşim) babası S.H.E. de geliyor (zaten aynı şhirde yaşıyoruz onunla). S.E.'nin okuldan üç arkadaşı ve benim henüz kendisinden cevap alamadığım, üniversiteden arkadaşım O.B. de gelecek. Amerikalılar Noel'i aralık ayının 25'inde kutluyorlar. L.E., Noel'i D.K. ve ailesiyle geçirmek için St. Louis'e gidecek. O yüzden biz de Noel arifesi toplanıp yemek yiyeceğiz. Yemekleri ben yapıyorum. Yaptıklarımın resimlerini de buraya koymak istiyorum. Bu yılki menüyü Julia Child'ın "Mastering the Art of French Cooking" kitabından seçtim. Bu kitabı da kendimize Noel hediyesi olarak aldık.
Menüde patates ve pırasa çorbası, mantarlı kiş, kırmızı şarapta pişirilmiş biftek, tereyağlı bezelye ve krem peynirli turta var. D.K. aperatif olarak istiridye hazirlayacak. Şimdiden heyecanlanıyorum.
Bu yıl S.E. ile harcamalarımızı kısmaya karar verdiğimizen birbirimize hediye almaktan vazgeçtik; ama bu kitabı aldık. Bir de kendimize Singer dikiş makinesi aldık. S.E. kendi pantolonlarının boylarını kısaltmaya başladı bile. Ben de Lupin'e ceket dikeceğim. Daha önce dikiş makınasıyla hiçbir şey dikmedim. Bakalım bu işi kıvırabilecek miyim!
Benden bugünlük bu kadar. Size mutfak maceralarımdan bahsetmek için sabırsızlanıyorum.
Bildiğiniz gibi Noel, bütün Hıristiyan ülkelerde büyük bir tatil. Sokaklar ve evler süslerle dolu. Noel'den zevk almak için Hıristiyan olmaya hatta tanrıya inanıyor olmaya da gerek yok. Burada birçok insan Noel'i aileleriyle bir araya gelmek, hayır işleri yapmak için bir vesile sayıyor. Biz de her yıl ailemizi ve arkadaşlarımızı yemeğe çağırıyoruz. Dell hayattayken arada da onun evine gidiyorduk Noel tatillerinde. Biz bu yıl Boston'dayız. Eşimin kardeşi L.E. ve onun kız arkadaşı D.K. geliyorlar iki geceliğine. S.E.'nin (eşim) babası S.H.E. de geliyor (zaten aynı şhirde yaşıyoruz onunla). S.E.'nin okuldan üç arkadaşı ve benim henüz kendisinden cevap alamadığım, üniversiteden arkadaşım O.B. de gelecek. Amerikalılar Noel'i aralık ayının 25'inde kutluyorlar. L.E., Noel'i D.K. ve ailesiyle geçirmek için St. Louis'e gidecek. O yüzden biz de Noel arifesi toplanıp yemek yiyeceğiz. Yemekleri ben yapıyorum. Yaptıklarımın resimlerini de buraya koymak istiyorum. Bu yılki menüyü Julia Child'ın "Mastering the Art of French Cooking" kitabından seçtim. Bu kitabı da kendimize Noel hediyesi olarak aldık.
Menüde patates ve pırasa çorbası, mantarlı kiş, kırmızı şarapta pişirilmiş biftek, tereyağlı bezelye ve krem peynirli turta var. D.K. aperatif olarak istiridye hazirlayacak. Şimdiden heyecanlanıyorum.
Bu yıl S.E. ile harcamalarımızı kısmaya karar verdiğimizen birbirimize hediye almaktan vazgeçtik; ama bu kitabı aldık. Bir de kendimize Singer dikiş makinesi aldık. S.E. kendi pantolonlarının boylarını kısaltmaya başladı bile. Ben de Lupin'e ceket dikeceğim. Daha önce dikiş makınasıyla hiçbir şey dikmedim. Bakalım bu işi kıvırabilecek miyim!
Benden bugünlük bu kadar. Size mutfak maceralarımdan bahsetmek için sabırsızlanıyorum.
Friday, December 10, 2010
-9 Derecede
Havalar iyice soğudu Boston'da. Gerçi iki haftadır güneş var her gün. Seattle bu kadar soğuk olmuyor; ama güneşin yüzünü pek görmüyor insanlar. Ne kadar korksam da geçmişte Boston'ın soğuğundan, yine de güneşi görmek beni mutlu ediyor ve soğuğa da pek aldırmıyorum. Gerçi -20'leri görünce fikrim değişebilir. Bugün labaratuara gelmek için evden çıktığımda hava -9 dereceydi. Sanırım gün boyunca sıcaklık sıfırın üstüne çıkmayacak. Varsın çıkmasın.
Benim asıl derdim havalar falan değil. Benim derdim bilim. Bilmem hatırlar mısınız geçen haftaydı sanırım, NASA, bir basın açıklamasıyla, arsenikle hayatını devam ettiren bir bakteri bulduklarını söylemişti. Türk basınında bu habere yer verildi; ama ardından gelen eleştirilerden bahsedildi mi bilmiyorum. Mikrobiyoloji alanında bilgili olduğumu söyleyemem; ama bilimsel araştırma yöntemleri hakkında yeterince bilgim var. NASA'nin Science dergisinde yayımladığı makaleyi okumadığım için ben herhangi bir eleştiride bulunamayacağım makaleyle ilgili; ama bu araştırmayı yapanların kullandıkları yöntemlerle ilgili olumsuz eleştiriler var. Bunlardan biri, bakterinin doğal ortamından alındıktan sonra fosfattan tamamıyla arındırılmadığı hakkında. Hatırlarsanız organizmaların hayatlarını sürdürmelerini sağlayan yapı taşlarından biri fosfat. NASA'nın iddiası, buldukları bakterinin fosfat yerine arsenik kullanabiliyor olması. Bakterinin labaratuar ortamındaki yaşam alnından fosfatı başarıyla çıkaramamışlarsa, bu iddianın bir geçerliği kalmamış oluyor.
Bilim insanları, bu tip önemli noktaları birbirleriyle tartışıyorlar. Çoğu zaman bu tartışmalar tatsız haller de alıyor. İşin bu kısmına girmek istemiyorum; en azından bu yazıda. Benim derdim medyanın bilimsel konulara yaklaşımı. Geçenlerde Sabah gazetesinde "bilimsel" bir çalışmanın sonuçlarından bahsetmişler. Yazıya göre, geceleri geç yatanlar erken yatanlardan daha zekiymiş. Bir de gazete gitmiş bir-iki nörologla konuşmuş bu bulgular hakkında ne düşündükleri hakkında. Adı geçen insanlar da fikir beyan etmişler. Bu yazıyı okurken nasıl sinirlendiğimi size anlatamam. Neden mi?
1) Bahsettikleri çalışmaya tam bir referans vermemişler. Ben bu çalışmayı bulmak istesem, belki istediğim makaleye ulaşamayacağım ya da bu iş uzun zaman alacak. Yapılan çalışmanın yayımlanıp yayımlanmadığını da söylememişler.
2) Araştırmanın nasıl yapıldığından bahsetmemişler. Hangi yöntemler kullanılmış bu çalışmada bilmiyoruz.
3) Sonuçlardan, sebep-sonuç ilişkisi varmış gibi bahsetmişler. Yani geç yatan insanlar zekidir diyorlar. Kanımca, bu çalışma korelasyon çalışması. Yani iki değişken arasındaki ilişkiye bakıyor; ama bu ilişki sebep-sonuç ilişkisi değil. Bir insanın hangi saatte yattığı ve o kişinin zeka kat sayısı arasında bir ilişki var demeleri gerekir. Bu ilişkinin sebepleri kimsenin tahmin edemeyeceği şeyler de olabilir.
4) Fikir belirten nörologlar ben bilim adamıyım diye de geçinmesin mümkünse. Kişisel görüşleri neyse (kişisel görüşler bilimsel değildir) ona göre yorum yapmışlar. Hele Türk Zeka Kurumu başkanının zeki bir insan olmasını beklerdim. Kendisinin "Bu doğru bir tespittir." önermesi, onun zekadan yoksunluğunun da bir göstergesi olmuş. Bu insanlar arasında çalışmaya temkinli yaklaşan tek kişi Sabri Derman. Sabri Bey, ben Boğaziçi'ndeyken Psikolojiye Giriş dersimizdeki profesörlerden biriydi. Bize nörobiyoloji öğretmişti. O zamanlardan beri saygı duyduğum birisidir. Yaptığı yorum, bahsi geçen araştırmanın sonucu için doğru ya da doğru değil demiyor. Bu buluşu destekleyebilecek çalışmaların varlığından bahsediyor ve uyku düzenini etkileyecek başka faktörlere dikkat çekiyor (genetik faktörler gibi).
Türkiye'de kaliteli bilim adamlarına pek fikir danışılmıyor malesef. Daha çok, bir şekilde ünlü olmuş, bir-iki televizyon programına çıkmış insanları bilim insanı ya da yetkin/bilir kişi diye, alıp karşılarına konuşuyorlar. Bu haberleri okuyanlarsa araştırmanın bilimselliğini sorgulamadan her duyduklarına inanıyorlar.
Benden bugünlük bu kadar. Sabah'taki yazıyı okumak isterseniz buraya tıklayın. Bilim hakkında kaliteli ve anlaşılır yazılar okumak için de iki arkadaşımın da yazarlık yaptığı Müspet İlimler Kumpanyası'na gözatabilirsiniz. Onun için de buraya tıklayın.
Benim asıl derdim havalar falan değil. Benim derdim bilim. Bilmem hatırlar mısınız geçen haftaydı sanırım, NASA, bir basın açıklamasıyla, arsenikle hayatını devam ettiren bir bakteri bulduklarını söylemişti. Türk basınında bu habere yer verildi; ama ardından gelen eleştirilerden bahsedildi mi bilmiyorum. Mikrobiyoloji alanında bilgili olduğumu söyleyemem; ama bilimsel araştırma yöntemleri hakkında yeterince bilgim var. NASA'nin Science dergisinde yayımladığı makaleyi okumadığım için ben herhangi bir eleştiride bulunamayacağım makaleyle ilgili; ama bu araştırmayı yapanların kullandıkları yöntemlerle ilgili olumsuz eleştiriler var. Bunlardan biri, bakterinin doğal ortamından alındıktan sonra fosfattan tamamıyla arındırılmadığı hakkında. Hatırlarsanız organizmaların hayatlarını sürdürmelerini sağlayan yapı taşlarından biri fosfat. NASA'nın iddiası, buldukları bakterinin fosfat yerine arsenik kullanabiliyor olması. Bakterinin labaratuar ortamındaki yaşam alnından fosfatı başarıyla çıkaramamışlarsa, bu iddianın bir geçerliği kalmamış oluyor.
Bilim insanları, bu tip önemli noktaları birbirleriyle tartışıyorlar. Çoğu zaman bu tartışmalar tatsız haller de alıyor. İşin bu kısmına girmek istemiyorum; en azından bu yazıda. Benim derdim medyanın bilimsel konulara yaklaşımı. Geçenlerde Sabah gazetesinde "bilimsel" bir çalışmanın sonuçlarından bahsetmişler. Yazıya göre, geceleri geç yatanlar erken yatanlardan daha zekiymiş. Bir de gazete gitmiş bir-iki nörologla konuşmuş bu bulgular hakkında ne düşündükleri hakkında. Adı geçen insanlar da fikir beyan etmişler. Bu yazıyı okurken nasıl sinirlendiğimi size anlatamam. Neden mi?
1) Bahsettikleri çalışmaya tam bir referans vermemişler. Ben bu çalışmayı bulmak istesem, belki istediğim makaleye ulaşamayacağım ya da bu iş uzun zaman alacak. Yapılan çalışmanın yayımlanıp yayımlanmadığını da söylememişler.
2) Araştırmanın nasıl yapıldığından bahsetmemişler. Hangi yöntemler kullanılmış bu çalışmada bilmiyoruz.
3) Sonuçlardan, sebep-sonuç ilişkisi varmış gibi bahsetmişler. Yani geç yatan insanlar zekidir diyorlar. Kanımca, bu çalışma korelasyon çalışması. Yani iki değişken arasındaki ilişkiye bakıyor; ama bu ilişki sebep-sonuç ilişkisi değil. Bir insanın hangi saatte yattığı ve o kişinin zeka kat sayısı arasında bir ilişki var demeleri gerekir. Bu ilişkinin sebepleri kimsenin tahmin edemeyeceği şeyler de olabilir.
4) Fikir belirten nörologlar ben bilim adamıyım diye de geçinmesin mümkünse. Kişisel görüşleri neyse (kişisel görüşler bilimsel değildir) ona göre yorum yapmışlar. Hele Türk Zeka Kurumu başkanının zeki bir insan olmasını beklerdim. Kendisinin "Bu doğru bir tespittir." önermesi, onun zekadan yoksunluğunun da bir göstergesi olmuş. Bu insanlar arasında çalışmaya temkinli yaklaşan tek kişi Sabri Derman. Sabri Bey, ben Boğaziçi'ndeyken Psikolojiye Giriş dersimizdeki profesörlerden biriydi. Bize nörobiyoloji öğretmişti. O zamanlardan beri saygı duyduğum birisidir. Yaptığı yorum, bahsi geçen araştırmanın sonucu için doğru ya da doğru değil demiyor. Bu buluşu destekleyebilecek çalışmaların varlığından bahsediyor ve uyku düzenini etkileyecek başka faktörlere dikkat çekiyor (genetik faktörler gibi).
Türkiye'de kaliteli bilim adamlarına pek fikir danışılmıyor malesef. Daha çok, bir şekilde ünlü olmuş, bir-iki televizyon programına çıkmış insanları bilim insanı ya da yetkin/bilir kişi diye, alıp karşılarına konuşuyorlar. Bu haberleri okuyanlarsa araştırmanın bilimselliğini sorgulamadan her duyduklarına inanıyorlar.
Benden bugünlük bu kadar. Sabah'taki yazıyı okumak isterseniz buraya tıklayın. Bilim hakkında kaliteli ve anlaşılır yazılar okumak için de iki arkadaşımın da yazarlık yaptığı Müspet İlimler Kumpanyası'na gözatabilirsiniz. Onun için de buraya tıklayın.
Subscribe to:
Posts (Atom)